Dünyaca ünlü Hollandalı ressam Van Gogh'un eserleri bugünlerde İstanbul'da
sergileniyor. Bin resmin tek bir Hikâye de anlatıldığı sanat ve teknoloji
harikası. Kapıdan içeri girdiğiniz de kendinizi kaptıracağınız ve büyüleneceğiniz
bir ortam, bir keşif sunuluyor bize. Ne kadar kalsanız da o keşif bitmiyor, hiç
çıkmak istemiyorsunuz içeriden. Bana da böyle oldu sanırım, kendimi nasıl
kaptırdım dijital dünyaya bende bilmiyorum. Çerçevesiz, dijital ortamda Van
Gogh ‘un eserlerini seyretmek çok heyecanlandırdı beni. Hayatımız artık
dijital dünya olduğuna göre, dünya eserlerinde de artık dijital ortamda
sunuluyor bizlere. Bunu sanırım ilk Van Gogh da gördük, yani ben ilk defa gördüm.
Onun hayatı boyunca Yalnız, mutsuz, acı çektiği halini yansıttığı
resimleri düşündürüyor beni.
Van Gogh bir papazın oğlu
olarak Hollanda da dünya aya gelmiş. 19 yüzyılın en trajik sanatçısı olarak bilinmiş,
Çünkü hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma istediğidir bunaltıların sebebi.
Her zaman acı çeker, huzursunuz, mutsuz ve yalnızdır. Fakat resimleriyle neşe
ve sevinç uyandırmak istemiş, Acılarını sevince, hüzünlere, neşeye ve yalnızlığa
birlikteliğe döndürmeye çalışmış hayatı
boyunca.
Acı çekenlere ilgi duymuş Van Gogh içinde yaşadığı dünyada kendisini uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Mutsuz olması yalnızlığından kaynaklanmış. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, kendisinden devamlı kuşku duyması, trajik yazgısı, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan. Dünyada kendisini alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görmüştür Van Gogh. Kendi elinde olmadığını, yazgının çizdiği olaylar dizisi sonucu bir kafese tıkıldığını, bir şeyler yapmak istediğini ama bunun yolunu bulamadığını yazar Theo'ya mektuplarında. Daha sonra yapacağı işi bulmuş ve kendini tamamıyla ona adamış. Acı hayatında o kadar büyük bir yer kaplamış ki, hayatını buna göre belirlemiş sanki. Bunu söylediği şu sözlerle daha iyi anlayabiliyoruz.
"Acı duymak gülmekten
iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır. İnsanları diri diri gömercesine
kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir
takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün
bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar;
Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet
midir?"
Sergiyi kaçırmayın derim,
mutlaka gezin, görün, düsünün derim. Van Gogh dünyası her zaman ayağımıza
gelmez. Buğday tarlası ve Kargalar, Vazoda 12 ay
çekirdeği, Teras cafe ,Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece , Sonsuzluğun
Esiğinde gibi sanat tarihine geçmiş eserlerini
görün derim ! Hepinize dijital günler dilerim :)
Sevgiler.............
Naz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder