14 Şubat, 2017

Seyahat | Pastel Asalet Strasbourg


Her yeni yıl yaklaştıkça yılbaşını güzelleştiren yeni yıl süslemeleri dünyanın her yerinde, her sene farklı tasarımlara sahne oluyor. Tüm şehirlerin çehresini bir lunaparka dönüştüren yeni yıl caddeleri ve meydanları adeta birer ışık gösterisine çeviriyor. Her sene Avrupa Noel zamanı ışıl ışıl enerjisiyle büyülemeye devam ediyor. Özellikle Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler hem şehirlerini süslemekle adlarından söz ettiriyorlar hem de yüzyıllardır süre gelen ve devam eden meşhur Noel pazarlarıyla. Bu yıl yılbaşında Strasbourg’daydım. Böylesi ağırbaşlı bir güzelliğe sahip, artizanal gelenekleri özenle koruyan nadide bir şehirde yeni yılı karşılamak benim için unutulmaz bir deneyimdi. 

Fransa'da en çok nereye gidilir? Ya da en güzel şehri hangisidir diye sorarsanız çoğu insan tabiyi ki Paris diye cevap verir. Bilmezler ki Strasbourg Fransa'nın yedinci en büyük şehri. En güzel şehir Paris olabilir fakat Strasbourg'a da şans vermelisin. Fransa'nın bir kuzeydoğu kenti olan Strasbourg, Ren Nehri'nin batı kolu olan III Nehri üzerinde kurulu. Alsas bölgesi ve Bas-Rhin başkentliğini yapar. Bir sınır kenti olduğundan dolayı, diğer tipik Fransız kentlerine pek benzemiyor. Strasbourg'un bir sınır kenti olması ve Fransa Almanya arasında birkaç kez el değiştirmesi sebebiyle tipik Fransız kentlerinden biraz farkı bulunuyor. Kent 1988 yılından bu yana UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde. Strasbourg hem kent merkezi, hem de çevresindeki Orta Çağ ve Rönesans mimarisinin etkisiyle adeta bir açık hava müzesini andırıyor. 

Almanya - Fransa sınırına çok yakın olan Strasbourg’a gitmek için Stuttgard Manfred Rommel Havalimanı kullanıp, oradan yaklaşık iki saat (160 km)süren çok keyifli bir araba yolculuğuyla Strasbourg’da bulunan otelimize ulaşıyoruz. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra buz gibi soğuk ⛄ Strasbourg sokaklarını keşfetmeye çıkıyoruz. Soğuk içimize kadar işleyip sokaklarda duramaz hale gelsek de, şehrin güzelliklerini keşfettikçe biraz da olsa soğuk havayı unutuyorduk.
Strasbourg'un Tarihi 
Bu güzel şehir yıllarca paylaşılamayan bir yer kent olmuş.Bu yüzden halen iki kültürün izlerini rahatlıkla görebiliyoruz çünkü iki kültürde kendini hissettiriyor.Şehrin tarihine baktığımızda, Strasbourg Roma imparatoru Augustus tarafından kurulmuş. Daha sonra İmparatorluğun birliğinin bozulması üzerine 13.yy'da bağımsız bir şehir devleti olmuş.1681 yılında Almanlardan Fransızlar geçmiş. 1789 Fransız Devrimi ile de kent iyice Fransız kültürünün etkisi altına girmiş.19. yüzyılın ikinci yarısında Otto von Bismarck tarafından yeniden ele geçirilerek Alman İmparatorluğu’na dâhil ediliyor. Kent I. Dünya Savaşı’nın ardından 1919’da yeniden Fransa’ya katılmış. Gutenberg matbaayı burada icat etmiş. Fransa İmparatoru Napolyon bir dönem burada yaşamış aynı zamanda Alman edebiyatçı Goethe de bir dönem burada yaşamış.Tarihine baktığımızda iki ülke tarafından paylaşılamayan bir şehir olmuş

Benim ilk izlenimin ise, burası ne Fransız ne Alman gerçekten de ışıklar şehri oldu. Strasbourg’un asaleti, sadeliği, sakinliği ve bir o kadar da masalsılığı onu Avrupa’nın en çok turist çeken şehirlerinden birisi haline getirmiş. Alman ve Fransız mimarisinin hâkim olduğu ve çoğunlukla pembe taşların kullanıldığı tarihi yaklaşık beş yüz yılı bulan Strasbourg evleri adeta estetik ve tarih kokuyordu.Yeni yapılan evler ise kentin dışında yer alıyor. Dolayısıyla şehirde dolaşmaya başladığınızda eski bir döneme tanıklık ediyorsunuz adeta. 
Strasbourg ağırbaşlı bir güzelliğe sahip bir şehir. Artizanal geleneklerini koruyan, nadide sanatsal, mimari şaheserlere sahip. Özgün karakteri ve muhteşem şehir dokusuyla başka bir şehirle kıyaslanmayacak güzelliklere sahip. İlk olarak Strasbourg'un meşhur evlerinin bulunduğu, Fransa ve Almanya'da en iyi korunan ve görülmeye değer semti La Petite France'dan başlıyoruz şehri gezmeye.
Buraya ayrıca Küçük Fransa da deniyor. Ren nehrinden uzanan kolların kanal halini aldığı bölgenin etrafında rengârenk Alsace evleri bulunuyor. Şehrin en eski binalarını da içinde bulunduran Petite France'ın dar sokaklarında kaybolun, pişman olmazsınız. Burası bir zamanlar kentin dericilik ve balıkçılık semtiymiş. Günümüzde ise dar sokaklarında, iyi korunmuş ve zevkli bir şekilde onarılmış olan yapılar, küçük dükkânlar ve restoranlar bulunuyor. III Nehri'nin kıyısında 1572 yapımı bir tabakhane, "Maison des Tanneurs“ bulunuyor. Burası günümüzde restoran olarak kullanılıyor ve Alzas bölgesinin meşhur lahana turşusunu burada deneyebilirsiniz. Yemeğinizi yedikte sonra Ren Nehri üzerinde kanal turu yapmağı unutmayın. Üzeri camla kaplı gemilerle yapılan bu gezi ile Strasbourg'u boydan boya Ren nehri üzerinden gezebilirsiniz. Şehrin en güzel manzaralarından biri Gallia bölgesinde bulunuyor. Bu noktada inip Gallia'da biraz vakit geçirmek güzel olacaktır. Semt, nehrin üzerindeki tarihi köprü, üzerinden geçen tramvay ve arkasında bulunan kilise ile etkileyici bir manzaraya sahip. 

Petite France’da, kanalların birleşmek üzere olduğu bölgede iki önemli yapı daha bulunuyor. Pont Couverts (Kapalı Köprü) ve Barrage Vauban (Vauban Barajı). Kapalı Köprü’nün uçlarında bulunan 14. yüzyıldan kalma kuleler şehrin tarihi duvarlarını yansıtırken, Vauban Barajı’nın üzerinde yer alan teras Strasbourg şehir planını tepeden görmenize imkan veriyor. 
La Petite France''den ayrılıp Place Kleber'e doğru yürüyoruz. Burası Noel haftası masalsı bir havaya bürünüyor adeta. Özellikle, şehrin en ünlü pazarı Christkindelsmärik bu meydan da kuruluyor. Fakat 26 Aralık'ta pazar toplandığı için ben göremedim. Benim asıl görmek istediğim her yıl farklı temalarla süslenen devasal büyüklükte ki çam ağacıydı. Place Kleber'de bulunan üzeri ışıl ışıl, rengarenk süslerle donatılmış, gündüzü ayrı, gecesi ayı bir ihtişamlı ağacın altında ki hediyeler dikkatimi çekti. Burada ki hediyeler burada ki halka dağıtılıyormuş. Bu meydan da bulunan  Fransa ve Belçika'nın meşhur kurabiyecisi Galerie Gourmande'ın masalsı dükkanına girmeyi ihmal etmeyin. 

Şehrin merkezine doğru yol alırken muazzam bir yapıyla karşılaşacağımı biliyordum. Katedrale karşıdan baktığımda biraz karmaşık duygulara kapılmadım değil. Karşıdan tam anlamıyla düşündüklerim Notre Dame Katedrali'in muhteşemliği ve ona eşik eden meleklerdi. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri bu katedral. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo bir eserinde, dünyanın en yüksek altını katedrali Notre Dame'ı dev ve narin olarak nitelemiş.
Strazburg Katedrali (Cathédrale Notre-Dame) ise şehrin adete simgesi durumunda.Yapımı 1015 yılında Romanesk mimarisi stilinde başlayan kilise, gotik (1235-75) ve geç dönem gotik (1276-1330) mimarisi tarzında tamamlanmış. En çok gözüme çarpan noktalar, 140 metre yüksekliğindeki Kuzey Kulesi, yapının ana cephesi, ana kapıdaki heykeller ve 15 metre çapındaki gül penceresi oldu. Bununla beraber, Katedralin içi de; üzerinde  melek figürleri bulunan sütun, vaiz kürsüsü, astronomik saat ve meşhur Sibermann orgu dışı kadar etkileyici. Yapımı tamamlanmamış olan Güney Kulesi'nden muhteşem manzarayı görmek isteyen ve yürümeyi sevenler, 332 basamak çıkarak 66 metre yüksekliğindeki manzara platformuna ulaşabiliyorlar. Buradan eski şehrin ilginç çatı manzarasını, pek çok dar sokağı ve Avrupa Parlamentosu'nun bulunduğu semti görebilirsiniz.  Ren Vadisini, Vosges Dağlarını ve Karaormanlarını da mükemmel bir açıdan görebilirsiniz.
Prag'a gidenler çok iyi bilir.Eski kent meydanında Astronomik Saat'i görmeden dönmemişlerdir. Notre Dame Katedralinin en arka kısmında 142 metre boyunda bir Astronomik saat bulunuyor. 
Katedralin önündeki Katedral Meydanı'nda yer alan pitoresk görünüme sahip, en fazla dört veya beş katlı birçok ev, keyifli restoran ve minik dükkanlar bulunuyor. En meşhur bina olarak bilinen, bol dekorasyonlu Kammerzell Evi, 15. ve 16. yüzyılda inşa edilmiş ve bugün yerli halk ve turistler tarafından sevilen bir restoran haline gelmiş. 
Kammerzell Evi'ne yemek için gitme sekte, bir o kadar güzel ve şirin bir restorandı tercih ettik. Le Gruber kentin kültürel miras sıralamasında yer alan ve Strasbourg'un tarihi merkezinin pitoresk çekiciliğine kuşkusuz katkıda bulunan en güzel evlerinden birine yer alıyor. Buranın nesi güzel derseniz 
Fransızların meşhur soğan çorbası derim. 
Strasbourg'un en ünlü yemeği incecik hamurun üzerine çeşitli malzemelerin konulduğu ve odun ateşinde fırınlandığı tarte flambee. Munster peyniriyle yapılan bölgenin en güzel yemeklerinden biri olan, Alsace bölgesinin lahmacunu olarak da düşünebilirsiniz. Bunu La P'tit Max adlı bir restoranda denedim. Çok şirin bir Fransız restorandı. Bir restoran önerisinde daha bulunmak istiyorum.Yılbaşı akşamı için rezervasyon yaptırmıştık. Brasserie Flo bu şehre giderseniz, burayı mutlaka denemenizi tavsiye ederim. 

Sokaklar, caddeler ve evler birbirinden güzel ve farklı süslemişler. Hepsinin bir hikayesi ve büyüsü vardı. Nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Özellikle akşam olduğunda  bütün güzelliğin farkına varıyorsunuz. 

Şehirden ayrılmadan önce; Avrupa Birliği binalarını mutlaka görün. Orangerie Parkı, Citadelle Parkı ve Botanik Bahçesi (Jardin Botanique) ise Strazburg’un güzel bahçeleri, vaktiniz olursa gezebilirsiniz. Müze gezmeyi seviyorsanız, Alsas Müzesini ( Le Musee Alsacien ) mutlaka görün. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder